-
- Kerem
- 1 y
"Size güvenen insanları yarı yolda bırakmayın. Ah'ın bulamayacağı adres yoktur." #özlüsözler
-
- Kerem
- 1 y
"Sesini değil sözünü yükselt! Yağmurlardır yaprakları büyüten gök gürültüleri değil." #özlüsözler
-
- Kerem
- 1 y
"İnsanları iyi tanıyın, her insani fena bilip kötülemeyin, her insanı da iyi bilip övmeyin." #özlüsözler
Büyük Türk şairi, mutasavvıfı, bilim adamı ve düşünür olan Mevlana, 30 Eylül 1207 tarihinde bugün Afganistan sınırları içinde yer alan Horasan'ın Belh şehrinde doğdu. Asıl adının Muhammed olduğu düşünülmektedir. Efendimiz anlamına gelen "Mevlana" lakabı, Mevlana Celaleddin Muhammed ile birlikte özel bir isme dönüşmüştür. Anadolu'da yaşamış olduğu için Rum ülkesinden anlamına gelen Rum-i lakabı da kendisine verilmiştir. Mevlana'nın babası, Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında Sultan-ül Ulema(Bilginlerin Sultanı) ünvanını almış olan Bahaddin Veled'dir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur. Mevlana'nın ailesi bazı sisyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası sebeplerinden ötürü 1213 yılında Belh şehrinden ayrıldı. Ailenin ilk durağı Nişabur oldu. Kentte mutasavvıf Feridüddin Attar ile karşılaştılar. Mevlana'nın olgunluğunu farkeden Şeyh Attar, babasına: "Çok geçmeyecek, bu senin oğlun, alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır." dediği rivayet olunur. Mevlana'nın ailesi burada bir süre ikamet ettikten sonra, önce Bağdat'a daha sonra da Kufe yoluyla Kabe'ye gitti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam'a uğradılar. Şam'da Muhyiddin İbn-ül Arabi ile tanışma fırsatını buldular. Arabi'nin, babasının arkasından yürüyen Mevlana'yı gördüğünde: "Sübhanallah, bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor." dediği rivayet olunur. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Karaman'a ulaştılar. Karaman'da Subaşı Emir Musa'nın yaptırdığı medrese aileye tahsis edilmiştir. Mevlana Karaman'da Gevher Hatun ile evlendi. Bu evlilikten Sultan Veled ve Alaaddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Gevher Hatun öldükten sonra Konya'da Kerra Hatun'la evlendi. Bu evlilikten de Muzafferedin ve Emir Alim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike adlı bir kızı oldu. Bu yıllar Anadolunun büyük bir kısmında hüküm sürmüş olan Selçuklu Devleti'nin en parlak dönemleridir. Devletin başkenti olan Konya'da hüküm sürmekte olan kişi ise Aleaddin Keykubad'tır. Aleaddin Keykubad, Mevlana'nın Konya'ya yerleşmesini isteyerek, kendisini ailesi ile birlikte Konya'ya davet etmiştir. Mevlana ailesi 1228 yılında, Konya'ya giderek kendilerine tahsis edilen Altunapa(İplikçi) medresesine yerleştiler. Mevlana, gençliğinde babasından Fen ve Din ilimleri dersleri almıştır. 1231 yılında babası ölünce eğitimini, Seyyit Burhanettin Tirmizi'nin yanında sürdürdü. Tirmizi'den de tasavvuf ilmini öğrendi. Mevlana'nın hayatında derin izler bırakmış olan diğer bir alim ise Şems-i Tebrizi'dir. Mevlana'nın İplikçi Medresesinde verdiği hutbeler çok etkileyiciydi ve medrese kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu. Ünü her yere yayılmış olan Mevlana, 1244 yılında Şems-i Tebrizi ile karşılaştı. Şems ile buluşması, Mevlana'nın manevi dünyasındaki görüşlerini başka boyutlara taşımıştır. Şems'in tanışmalarını takip eden 15 ay sonra Şam'a gitmesi ile içine kapanan Mevlana, daha sonra bir heyetle birlikte Şam'a giderek Şems'i geri dönmeye ikna etmiştir. 1246 yılında Konya'ya geri dönmüş olan Şems, 1247 yılında bir anda ortadan kayboldu. Bu dönem üretkenliği en üst noktaya ulaşmış olan Mevlana, tüm insanlığa hitaben çeşitli eserler ortaya koymuştur. İslam felsefesi olarak da bilinen tasavvuf'ta Mevlana ve onun yaratmış olduğu mevlevilik akımının yeri çok büyüktür. Mevlevilik, insan odaklı olup en temel fikirleri hoşgörü, güzel ve ihlas'a dayanmaktadır. Pes etme yoktur, sıklıkla pişman olma ve affetme vardır. Mevlana, bütün insanlık tarafından örnek alınan bir sanat ve düşünce insanıdır. Fikir ve kişi özgürlüklerine çağının çok ötesinde olacak şekilde değer vermiş ve adı hoşgörü ile eş anlamı olarak anılmaya başlanmıştır. Fikirleriyle, Pakistan'ın en önemli şairlerinden olan Muhammet İkmal'i, Alman şair ve düşünür Goethe'yi, ünlü ressam Rembrant'ı ve daha pek çok sanat ve düşünce insanını çağlar boyunca etkilemiştir. Yaşamış olduğu dönemde, Türkçe henüz bir şiir dili olarak yeterince zengin olmadığı için eserlerinde genellikle farsça'yı kullanmıştır. Bununla birlikte Türklüğünü hiçbir zaman inkar etmemiş ve "Her ne kadar Farsça söylüyorsam da, aslım Türk'tür" demekten de geri kalmamıştır. Mevlana, düşünce dünyasında Rabbine duyduğu büyük aşk ile bilinmektedir. Mevlana'nın aleme ve içindeki varlıklara detaylı ve dikkatli bir bakışı vardır. Eserlerinde daha çok tasavvufla ilgili konuları ele alarak, tasavvufun temel düşüncesi olan varlığın birliği ve ilahi aşk temaları sıklıkla işlenmektedir. Mesnevi kavramı her ne kadar doğu klasik doğu şiirlerini ifade etmek amacıyla kullanılıyor olsa da, bu kavram kullanıldığında akla ilk gelen Mevlana'nın yazmış olduğu "Mesnevi"dir. "Mesnevi" adlı eserin beyitleri Mevlana'nın kendisi tarafından söylenmiş olup, Çelebi Hüsameddin tarafından yazıyla dökülmüştür. Mevlana, tüm insanlığa, 1) Cömert ve yardım ederek akarsu gibi ol, 2) Şefkat ve merhametle akarsu gibi ol, 3) Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi ol, 4) Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, 5) Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, 6) Hoşgörülülükte deniz gibi ol, 7) Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol. mesajlarını vermiştir. Mevlana ölümünde önce "Size gizlide ve açıkta Allah'tan korkmayı, emirlerini yerine getirmeyi, az yemeyi, az uyumayı, az konuşmayı, isyan ve günahları terk etmeyi, içinizdeki kötü düşüncelerden kurtulmayı, aptal ve cahil insanlarla oturmamayı, güzel davranışlı ve olgun kişilerle birlikte bulunmayı vasiyet ediyorum." demiştir. UNESCO tarafından Mevlana'nın 800. doğum günü olan 2007 yılı, "Mevlana Yılı" olarak anılmıştır. Yaşamını; "Hamdım, piştim, yandım." sözleriyle özetlemiş olan Mevlana, 12 Aralık 1273'te hayata gözlerini kapatmıştır. Mevlana, öleceği güne doğum günü manasına gelen Şeb-i Aruz diyordu. Kendisi, Allah'ına kavuşacağı o günü bir yas ve matem değil, yeniden doğacağı gün olarak nitelendirmiş ve sevdiklerinin kendi arkasından göz yaşı dökmemelerini vasiyet etmiştir.